Yine bir kaos ve acının, ölümün, güvensizliğin, çaresizliğin içerisinde kendimizi bulduğumuz zamanları yaşıyoruz.  Diyarbakır’da 19 gündür kayıp olan 8 yaşındaki Narin Güran’ın cansız bedeninin bulunduğuna dair kötü haber, bir pazar sabahı önümüze düştü…
Canlı bir şekilde ulaşamayacağımızı acı olsa dahi tahmin ediyorduk... Daha önce birçok çocuğumuza ulaşamadığımız gibi… Ve yine kötülüğün en yakından, ailesinden geleceği gerçeği de ne yazık ki en acılarından…
Amcasının aracında Narin’e ait DNA örneklerine rastlanırken, babasının ve annesinin tutuklanan amcasını ziyaret etmeleri, sessiz kalmaları, Narin’in terliğinin tekinin daha önce bulunmasına rağmen, ailesinin terliğin Narin’e ait olmadığını söylemesi, cesedinin daha önce arama çalışmalarının yapıldığı dere yatağında 19’uncu günde bulunması, amcasının gözaltına alınması ve delillerin toplanması aşamasında bazı gecikmeler yaşanması, yayın yasağı getirilmesi akıllarda birçok soru işaretini de beraberinde getiriyor. Ailenin durumu bildiği iddiası, çeşitli bağlantılarla olayın üzerinin örtülmeye ve delilleri karartma girişiminde bulunulma ihtimali, zihinlerde soru işaretleri bırakan birçok detay mevcut…
Narin, görmemesi gereken bir duruma şahit olmuş ya da kimsenin sesli bir şekilde dile getirmediği fakat Anadolu’nun taşralarında yaygın olan istismar durumuna maruz kalmış olabilir…  Ne yazık ki birçok çocuğumuz bu şekilde yakınları tarafından katledildi…. Kimi açığa çıkarken, bazen sessizlik içerisinde olmamış gibi davranıldı, ortaya çıkmadı… bazılarının ise siyasi bağlantılarla, bir takım bürokratik güçlerle üzerlerinin örtülmeye çalışıldığı belirtildi….
Narin, katledilen ne ilk çocuğumuz, bu şekilde devam ederse de ne son çocuğumuz olacak… 
Bu tür trajediler yaşamamak için hem yönetimsel hem de toplumsal bir dönüşüme ihtiyaç var. 
Sürekli kutsanan “aile” kavramı, ne yazık ki Türkiye’de kutsanacak bir yapı olmanın çok uzağında… Binlerce çocuğun ailesi ve yakınları tarafından katledilip, istismar edilmesi, aile faciası olarak tanımlanamaz… Aile içi şiddet ve istismarlarda yaşanan artış, ailenin toplumsal yozlaşmanın merkezinde yer aldığına dikkat çekilirken, bir çocuğun, ailesi içinde bile güvende olamaması, sosyal yapıdaki bozulmanın ne kadar köklü olduğunun bir başka boyutunu gösteriyor. Toplumun geleceğini de etkileyen  en büyük yapısal sorun, kuşkusuz budur.…

Söz konusu yozlaşmayı uzmanlar, aile içi güvenlik ve çocuk koruma politikalarının yetersizliği ve eğitim eksikliğinin bir sonucu olarak değerlendirirken, yetkililer uzun vadeli politikalar üretmekten çok uzaklar… 
Eğitim ve ahlaki değerler konusunda ciddi eksiklikler varken, eğitim sistemimizin bu tür sorunları engelleyecek bilinç düzeyini yeterince sağlamadığı  dile getirilen en önemli detaylar arasında… 
Toplumun temel yapı taşı olan ailenin ve çocukların korunmasına yönelik yasaların sıkı bir şekilde uygulanması ve toplumun genelinde ahlaki değerlerin yeniden inşa edilmesi oldukça önemli…
Çözüm, sadece suçluların cezalandırılması değil, suçların ortaya çıkmasına neden olan toplumsal yapının düzeltilmesiyle mümkündür… Geleceğimizi ve çocuklarımızı korumak için daha güçlü, daha bilinçli bir topluma ihtiyacımız var.